30 Aralık 2016
Sayı: SYKB 2016/01 (49)

Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!
Dinci sermaye iktidarı savaş bataklığını derinleştiriyor
15 Temmuz “Araştırma” Komisyonu’nda sona doğru!
Faşist saldırılar tırmanıyor, gerici abluka yoğunlaşıyor
2016 yılı baskı ve zorbalığın tırmandığı bir yıl oldu
MİB MYK Aralık ayı toplantısı sonuçları
Bekaert grevinin ardından...
Kamu Çalışanları Birliği Programı üzerine-1
2016’da iz bırakan dünya olayları
2016’nın aynasından geleceğe bakmak - II
FARC: ‘80’li yılların tekrarı mı? - II
Berlin saldırısı ve emperyalist ikiyüzlülük
Asbest: Skandal sistemin skandal malzemesi
Gençlik mücadelesi ve 2016
Baskı, sömürü ve şiddete karşı öfke büyüyor
Piyangodan kurtuluş çıkmaz, kurtuluş kendi ellerimizde!
“Kızıl bayrağımızla 2017’yi kavganın ve umudun yılı yapacağız!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

2016’nın aynasından geleceğe bakmak - II

 

Derinleşen yoksulluk ve ağırlaşan siyasal gericilik

2008’deki küresel mali krizin ardından, emperyalist burjuvazi, işçi sınıfına yönelik saldırılarını yoğunlaştırdı ve bunu tüm dünyaya yaydı. Bu, öteki ülkelerin yanı sıra Yunanistan’a zorla kabul ettirilen ve ülkeyi yıkıma uğratan sert kemer sıkma önlemleriyle doruk noktasına ulaştı. Neo-liberal saldırı dalgasıyla geçmişin toplumsal kazanımlarından ve sosyal haklarından ne kalmışsa birer birer budanmakta, yoksulluk yaygınlaşmakta, işsizlik milyonların kabusuna dönüşmektedir. Avrupa İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) son açıkladığı verilere göre Eylül ayında 28 üyeli Avrupa Birliği’nde işsizlik oranı yüzde 8,5, işsiz sayısı ise 20 milyon 789 bin oldu.

Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu (IFRC) ve Eurostat gibi kurumların verilerinden derlenen raporlarda Avrupa genelinde 120 milyon kişinin yoksullukla karşı karşıya olduğu, 43 milyon Avrupalının ise aşevlerinde beslenmek zorunda kaldığı, Doğu ve Güney Avrupa’nın 22 ülkesinde yardım kuruluşlarından gıda yardımı alan insanların sayısının ise yüzde 75 oranında arttığı iddia edilmektedir. Dolayısıyla Avrupa’nın son 60 yılın en ağır insani kriziyle karşı karşıya olduğu ileri sürülmektedir. Latin Amerika, Asya ve Afrika ülkelerindeki dehşetli yoksulluğu bir tarafa bırakacak olursak, dünya çapındaki muazzam zenginlik birikimine rağmen, servet-sefalet arasındaki bu uçurum emperyalist metropolleri de kapsamak üzere görülmemiş boyutlara ulaşmış bulunuyor.

Kendi işçi sınıfına ve emekçilerine onları yatıştırabilecek tavizler vermek olanağını tüketen, var olan kısmi hakları bile katlanılmaz yük kabul eden burjuvazi, daha ağır saldırı paketleri uygulamakta ve daha beterini de hazırlamaktadır. Siyasal gericiliğin ağırlaşması bunun zorunlu sonucu olarak yaşanmaktadır. Dolayısıyla burjuva gericiliği dünya ölçüsünde dizginlerinden boşalmaktadır. Bu, kendini “terörizme” karşı mücadele adı altında temel demokratik hak ve özgürlüklerin budanması, polis devleti uygulamalarının olağanlaştırılması biçiminde gösteriyor.

Fransa ve Belçika’da olağanüstü haller ilan ediliyor ve emperyalist gericilik azgınlaşıyor. Toplumların iç siyasal yaşamında gericiliği ağırlaştırmak, bunalımdan çıkışın bir parçası olarak gündeme gelmektedir. Temel demokratik hak ve özgürlüklerin gaspı, siyasal gericiliğin ağırlaşması ve polis devleti uygulamaları bunun bir sonucudur.

Tüm bu önlemlerin işçi sınıfı ve emekçi kitle mücadelelerini dizginlemeye ve daha güçsüzken ve önderlikten yoksunken önlemeye yönelik girişimler olduğu bilinmektedir. Bu çabalar aynı zamanda emperyalist burjuvazinin yarının büyük sosyal patlamalarına ve gelmesi kaçınılmaz olan büyük sosyal mücadelelerine şimdiden bir hazırlığıdır.

Yaygınlaşıp güçlenen sınıf ve kitle hareketleri

Öte yandan, geride bıraktığımız yılın gelişmeleri, dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin emperyalist kapitalist barbarlığa direneceklerinin, ondan kurtulmak için bir çıkış yolu arayacaklarının daha güçlü işaretlerini de ortaya koydu. Dünyanın her yerinde işçi sınıfı ve emekçi kitleler sermayenin kemer sıkma politikalarına, reform paketlerine, yeni iş yasalarına, emeklilik yaşının yükseltilmesine, toplu tensikatlara ve daha bir dizi yıkım saldırısına karşı genel grevler, grevler, işgal ve blokaj eylemleri ve geniş çaplı militan kitle gösterileri biçiminde harekete geçiyor.

Son yıllarda yaygınlaşan bu eğilimler 2016 yılı boyunca da güçlenerek ve büyüyerek kendini gösterdi.

Almanya’da birçok sektörde yaşanan grev ve eylemler, eşit işe eşit ücret gösterilerinin yanı sıra, TTIP ve CETA’ya karşı birçok kentte on binlerce kişinin katıldığı protesto gösterileri yaşandı. Fransa aylarca süren dev eylem ve genel grevlerle sarsıldı. İtalya, emekçilerin değişik sektörlerde ve değişik eylemlerinin yanı sıra TTIP ve CETA’ya karşı on binlerin katıldığı gösterilere ev sahipliği yaptı. Belçikalı işçi ve emekçiler ülke tarihinin en büyük genel grevini gerçekleştirdi. Yunanistan yıl içinde sayısız eylemlerin yanı sıra Aralık ayında bir günlük genel greve gitti. İngiltere işçi, öğrenci ve sağlıkçıların eylemlerine sahne oldu. ABD’de on binleri kapsayan işçi grevleri, polisin işlediği cinayetlere karşı Amerikalı emekçilerin büyüyen isyanı, 20 bin kişiyi kapsayan büyük cezaevi-işçi direnişi, Trump’ın başkan olmasına karşı kitlelerin Kaliforniya, New York, Los Angeles, Texas ve Seattle’daki gösterileri geride kalan yılda öne çıkan toplumsal gelişmelerin bazılarıydı. Arjantin’de yoksullar ve çocuklar için bir an önce sosyal önlemlerin alınması talebiyle sadece Buenos Aires’te 200 bin kişi sokağa çıktı. Güney Kore’de yılın son aylarında yolsuzluklara karşı başlayan ve haftalarca süren ve ülkeyi sarsan eylem dalgası devlet başkanı Park Geun-hye’i istifa etmek zorunda bıraktı. Portekiz’de bütçe kesintilerine karşı büyük protesto gösterileri gerçekleşti. Tüm İspanya’da on binlerce işçi ve emekçi bütçe tasarısına karşı sokaklara çıktı. Şili’de militan öğrenci ve işçi direnişleri patlak verdi.

Kamboçya’da grev ve blokajlar, Güney Amerika’da işçi ve öğrencilerin ayağa kalkışı, Polonya’da anti demokratik yasalara ve sosyal saldırılara karşı büyüyen protestolar, Kolombiya ve Peru’da grevler ve gösteriler, Zimbabwe, Yeni Zelanda, Namibya, Güney Afrika’da eylem dalgaları, Latin Amerika’da işçi-emekçi direnişleri vs... 2016 yılında hiçbir kıta ve hiçbir ülke burada çok kısa değinilen bu gelişmelerin dışında kalmadı.

Bunlar içinde etki ve yankısı dünya ölçüsünde kendini gösteren Fransa oldu. Fransa’da El Khomri adlı kölelik yasasına karşı rafineri, nükleer enerji, petrokimya, karayolu, havayolu, demiryolu, denizyolu, temizlik-arıtma, endüstri gibi alanları, lise ve üniversiteleri de kapsayan ve dört ay boyunca süren, 12 kez genel grev biçiminde de yaşanan ve milyonları harekete geçiren sarsıcı eylemler, 2016 yılına damgasını vuran ve dünya ölçüsünde etki yaratan eylemler olarak tarihe geçti.

Sermayenin dayanılmaz boyutlara ulaşmış sosyal yıkım saldırıları ve isyan ettirici ekonomik-sosyal sorunlar yığını ile siyasal baskılara karşı dünya ölçüsünde milyonlarca emekçiyi kapsayan geniş çaplı sınıf ve kitle hareketleri geride kalan yılda da yaygınlık ve yeni bir düzey kazanarak devam etti. Elbette ki tüm bunların henüz örgüt ve önderlikten yoksun oldukları biliniyor. Fakat yine de buraya kadar anlatılan tüm bu gelişmeler, adım adım yeni bir devrimler döneminin yakınlaşmakta olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Yaşananlar ilk silkinişlerdir ve gelmesi kaçınılmaz olan toplumsal devrimlerin bugünden kendini hissettiren öncü sarsıntılarıdır. Bunlar yıldan yıla çoğalmakta, yayılmakta ve güç kazanmaktadır.

Türkiye: Sarsıcı ve aydınlatıcı gelişmeler

Emperyalist-kapitalist dünya sisteminin içinde bulunduğu bu süreç, kendisi de çok yönlü krizler içerisinde debelenen ve kriz bölgesinin merkezinde duran Türkiye kapitalizmini hemen her açıdan etkiliyor, iç ve dış politikasını dolaysız olarak belirliyor, ekonomik gelişme süreçleri üzerinde etkide bulunuyor. Zira Türkiye, ekonomik, siyasi ve askeri açılardan emperyalist dünya ile çok yönlü bağımlılık ilişkileri içinde ve ona bin bir türlü bağla bağlı olan bir ülke. Bu ülkenin elbette kendi yapısal sorunları, çözümsüz kaldığı temel siyasal sorunları, buradan gelen açmazları ve özgünlükleri de bulunmaktadır.

Emperyalist dünyadaki hemen her gelişmenin, sistemin bir parçası olan Türkiye üzerinde etki ve sonuçlar yaratması kaçınılmazdır. Ekonomik cephedeki gelişmeler bunun başlıcalarındandır. 2008 krizinin “teğet geçtiği” iddiasına rağmen ekonominin iyi bir görünüm sunmadığı, bütçe ve dış ticaret açıklarının büyüyen dış borçlarla karşılandığı, dış politikadaki iflasın da ekonomiye bir faturaya dönüştüğü konunun uzmanları tarafından ileri sürülmektedir.

Nitekim yılın son aylarına gelindiğinde büyük bir kriz kapıya dayanmış oldu ve Türkiye yeni bir yıla ağırlaşan bir ekonomik kriz tablosuyla giriyor. Konunun uzmanları bu krizin daha da ağırlaşacağını, yıkıcı etkisini asıl bundan sonra göstereceğini ortaya koyuyor. Bu durumun mevcut olan sosyal krize kazandıracağı yeni boyutları kestirmek güç değildir.

Tüm iktidar dönemi boyunca emperyalizme taşeronluk ve tetikçilikte kusur etmeyen AKP, yeni Osmanlıcılık hevesiyle giriştiği Ortadoğu’daki saldırgan ve maceracı politikasıyla Türk sermaye devletini bir batağa saplamış ve büyük bir fatura ödemekle yüz yüze bırakmış oldu. Gelinen aşamada dış politika alanındaki hemen her girişimi iflasla sonuçlanmış, bütün hesapları ve planları altüst olmuştur. Rus uçağının düşürülmesinin ardından ise uzun süre Suriye’deki gelişmelerin dışına düşen, sonrasında ise Rusya’nın önünde diz çökmek zorunda kalan Türkiye içler acısı bir durum içindedir. ABD emperyalizmi hesabına Suriye’ye karşı büyük iddialarla gündeme getirilen düşmanca politikanın sonunda varılan yer dış politikada tam bir çöküştür.

Ortadoğu’daki saldırgan ve maceracı politikasını aynı zamanda Kürt düşmanlığı üzerinden şekillendiren Türk sermaye devleti, bu konuda da büyük bir açmazla yüz yüze kaldı. Gelişmeleri en iyi biçimde değerlendiren Kürt hareketi uluslararası ilişkiler alanında daha da meşrulaşarak her bakımdan bölgesel bir güç konumuna yükseldi. Dümeninde AKP’nin bulunduğu sermaye rejimi, Kürt politikasında tam bir açmazla yüz yüze kaldı ve batağa saplandı.

Geride kalan yılda yaşanan öteki bir temel önemdeki gelişme ise eski rejime yeni bir biçim vermek isteyen güçler koalisyonundaki büyük çatışma oldu. Dinci faşist koalisyon arasında önceki yıllarda başlayan, her türlü yöntemin karşılıklı olarak ahlaksızca kullanıldığı, çok sayıda suç ve pisliğin ortalığa dökülmesiyle tiksindirici biçimler alan çatışma, darbe girişimiyle doruğa çıktı. Darbe girişimini “Allah'ın lütfu” kabul eden AKP, başarısız girişimi adeta kendi dinci faşist darbesine dönüştürdü. Günümüz Türkiye’sinde, pervasız, kuralsız ve kendi yasalarını da tanımayan dinci faşist rejim bir kıyım makinası gibi çalışıyor. Hedeflediği yeni düzeni oturtmak için terörü fütursuzca kullanıyor. Bunun öne çıkan öncelikli alanı Kürt hareketi ve halkıdır. “Çözüm süreci” aldatmacasını bir yana bırakan, 1 Kasım’da elde ettiği başarının ardından bir saldırı ve savaş hükümeti olarak imha savaşı başlatan AKP rejimi, gelinen aşamada sadece Kürt hareketini değil, artık bizzat Kürt halk kitlelerini hedeflemektedir. Yerleşim bölgelerinin ordu ve polis ablukası altında tanklar ve toplarla yakılıp yıkılması, sivillerin katledilmesi, yüz binlerce insanın göçe mahkum edilmesi, bunun ifadesi oldu.

Geçerken belirtmemiz gereken bir başka önemli ve aydınlatıcı gelişme ise parlamenter hayallerin yerle bir olmasıydı. 7 Haziran seçimlerinin ardından solda büyük bir sevince, iyimserliğe ve abartılı umutlara konu olan parlamenter hayaller, 1 Kasım seçimlerinin hemen ardından yerini abartılı bir hayal kırıklığına ve kötümserliğe bıraktı. Parlamentonun hiçbir sorunun çözüm alanı olmadığı güncel pratik gelişmeler üzerinden bir kez daha teyit edildi.

Büyük bir terörle sindirilen, korkutulan, çaresiz ve alternatifsiz bırakılan Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitleleri her şeye rağmen büyük bir hoşnutsuzluk ve arayış içindedir. Yoksulluğa, işsizliğe, sosyal ve demokratik haklardan yoksunluğa, açlığa ve ağırlaşan sayısız sosyal ve toplumsal soruna, ahlaki ve kültürel çürümeye isyan etmektedirler. Toplumun derinliklerinde büyük patlama dinamikleri birikmektedir. Türkiye bütün cephelerde ağırlaşan zorlu bir döneme girmektedir.

...

Kapitalizm bunalımlarla birlikte savaşlar ve devrimler üretiyor, geride kalan tarihi bunu kanıtlıyor. Şimdi yine günden güne şiddetlenen bir bunalımlar ve kendini bugünden bölgesel çapta gösteren savaşlar dönemi içindeyiz. Biriken muazzam sorunlar ve keskinleşen sınıf çelişkileri devrimler için de toprağı gitgide daha çok mayalıyor. Bu durumda, burjuva gericiliğinin devrimin olanaklarını boğmaya yönelik karşı-devrimci hamlelerini boşa çıkarmak ve insanlığı yeni bir büyük emperyalist savaşın telafisi zor yıkımından korumak, işçi sınıfı ve halkların gelmekte olan yeni devrimler döneminin olanaklarının ne ölçüde değerlendirilebileceğine sıkı sıkıya bağlı olacaktır.” (Bütünlüğü içinde kapitalizmin krizi, EKİM, Sayı: 256, Ocak 2009)

İnsanlık yeni bir bunalımlar, savaşlar ve devrimler dönemine girmiş bulunmaktadır. Bunalımlar ve savaşlar halen günümüz dünyasına damgasını vuran yakıcı olgulardır. Birbirine sıkı sıkıya bağlı bu iki olgusal gerçek yeni bir devrimler döneminin de dolaysız bir habercisidir. Dünya işçi sınıfı ve emekçilerinin kapitalist bunalımların ve emperyalist savaşların büyük yıkım ve acılarına yanıtı bir kez daha devrimler olacaktır. Dünyanın dört bir yanında ve elbette Türkiye’de de.” (TKİP III. Kongre Bildirisi, 7 Kasım 2009)

Bugünün dünyasında olup bitenler ve yaşanan tüm somut gelişmeler bu tespitin tartışmasız parlak bir doğrulanmasından başka nedir ki?

 
§